top of page

Ög

  • turalsstories
  • 15 Ara 2024
  • 2 dakikada okunur

Gezen mi çok bilir yoksa okuyan mı? Ya da her ikisi mi? Peki, bilmek nedir ve ne işimize yarar? Son sorum ise bilgi ile duygu karıştığında insanın içinde ne  oluşur?

Bana göre hem gezip hem de okuyanlar daha çok bilir. Bilmek ise kavramaktır, yani anlamaktır. Ve anladıkça ne kadar az bildiğini görür insan. Son sorumun cevabı ise biraz uzun olacak. Edindiğimiz bilginin bizde duygusal bir karşılığının var olması o konuyu asla unutmamamıza sebep oluyor. Biraz daha açayım.

Yine fırsat bulup yaşadığımız yerden biraz uzaklaşmıştık. Yeni yerler görmek, keşfetmek ikimizi de her zaman heyecanlandıran bir eylem olmuştur. O gün yine tabanlarımız konuşmak isteyene kadar gezecektik. Yaptığımız program bunun habercisiydi. Öyle de oldu. Bir toplumu, dilini, kültürünü, tarihini anlatmak kolay iş değil. Bu görevi üstlenen kurumlardan birisi müzelerdir. Ve öğrenmeye meraklı insanların bu alanlarda karşılaşmaları en güzel kesişmelerdendir. Yol arkadaşımın orada çeşitli tarihi merkezlerin içinde çok görmek istediği bir yer vardı. Kelimenin gücünün ne kadar önemli olduğunu gösteren bir müze idi. Sonbaharın nefis renkleri yürüyüşümüze eşlik etmişti. Havanın soğuk olmasını, dakikalardır tırmandığımız yokuşun vücudumuzda yarattığı ısı yükselişinden kaynaklı hissetmiyorduk. Bina çevresindeki diğer yapılara göre renginden dolayı seçiliyordu. Cephesinde daha sıcak renkler kullanılmıştı. Kısa bir inceleme ve değerlendirme sonrasında ahşap kapıdan içeri dahil olduk. Giriş katta fotoğraf çekmek için çok fazla öğe vardı ve ziyaretçiler bunun farkındaydılar. Adım atmakta zorlanıyordum ama tek sorun o değildi. Her kelime önünde beş saniye geçirirsem ne kadar sürer acaba diye düşünürken anı yaşamadığım için kendime kızıyordum. Yok burası bana göre değil herhalde yoksa odaklanırdım. İnsanlar nasıl da ilgililer, hepsini okuyorlar ve eğleniyorlar. Yol arkadaşım da kelimelerin arasında kaybolmuştu. Giriş katı hızlıca tüketip alt kata indim. Orada da çok dikkatimi çeken bir kelime ile karşılaşmadım. Geriye sadece birinci kat kalmıştı. Galeri boşluğunda katlar boyunca sallanmakta olan avize objektiflerin hücumuna maruz kalmıştı. Merdiveni çıkmak zor olmuştu. İlk güzel aurayla karşılaşmıştım. Diğer katlara nazaran daha az kalabalıktı. Merdivenden çıktığımda tam karşımdaki nesneler biraz dikkatimi  çekti. Bir direğe geçirilmiş ve kendi etrafında tam tur dönebilen levhalardı. Özellikle bir kelimeyi sanki elimle koymuş gibi gittim buldum. Levhanın bir yüzünde; eski Türkçede “Ög” anne demektir, biz bugün anneye ög demiyoruz, diğer yüzünde ise annesini kaybetmiş olana ise öksüz diyoruz yazıyordu. Evet yeni bir bilgi edinmiştim ama duygusunu daha önce her hücremle tatmıştım. Bu karışım beni saniyeler içinde üç yıl öncesine götürdü. Seyahatim sırasında dışarıdaki havayı iliklerimde hissetmiştim. Zaman insanoğlunun en yakın dostuyken aynı anda nasıl en büyük düşmanı olabiliyor anlamış değilim. Ne geriye sarılıyor ne ileriye ama seni kendi içinde dolaştırabiliyordu. Ben de orada o levhaların önünde ruhumun zaman tünelinden geri dönmesini bekliyordum. Tünel çok karanlıktı, ilerledikçe ucundan bir ışık gelmekte idi. Yaklaştıkça o ışık yazıya dönüşüyordu. Yazı ise hayatın en acımasız yüzlerinden birini anlatıyordu. Ögsüzlük.

 
 
 

Yorumlar


All rights reserved.

Tural's Stories, by REDSTUDIO. ©2023

bottom of page