Bir Eskizlik Seyahat
- turalsstories
- 5 May 2024
- 3 dakikada okunur
Sonunda randevum onaylanmıştı. Geç kalmamak için evden vakitlice çıktığımdan on dakika önce varmıştım. Dışarıdan içeriyi izlemeye koyuldum. Her masada birer kişi vardı ve herkes hipnoz olmuş gibi çizim yapıyordu. Masaların üzerinde kağıtlar ve kalemlerden başka bir şey yoktu. “Benim masam hangisi?” diye meraklı gözlerle bakarak ve daha fazla dayanamayarak kapıya doğru yaklaştım. Beni karşılayan hanımefendi ismimi öğrendikten sonra masaya kadar bana eşlik etti.
-İçeceğinizi şimdi mi yoksa seyahatiniz sonrasında mı arzu edersiniz?
-Sonrasında lütfen.
“Güle güle.” diyerek uzaklaştı. Kağıtları önüme aldım ve kalemleri sessizce düzenledim. “Nereye seyahat etsem?” diye düşünüp bir türlü karar veremiyordum. En son kendimi el, göz, beyin üçlüsünün kollarına bıraktım. Artık tamamen onların kontrolündeydim. İlk gördüğüm şey “begonvil” oldu. Muhteşem renkleriyle sahneyi doldurmaya başlamıştı. Fonunda başka nesneler de ortaya çıkıyordu. Her biri iki tane büyük saksının ortasında olan banklar ve onların arkasında ağaçlar, boy gösterip orman havası vermeye çalışıyorlardı. Zemin de kırmızımsı tonlardaki taşlarla döşenmeye başlanmıştı. Her biri gri çerçevelerle kare oluşturuyordu. Burnuma kahve kokusu geliyordu. Sırtlarında çanta, ellerinde pafta yere bıraktıkları maketlerin yanında duran öğrencilerden geldiğini fark ettim bu kokunun. Bankların hepsi neredeyse dolu olduğundan bir kısmı yere oturuyor bir kısmı ayakta durarak nasıl uykusuz kaldıklarını, neyi yetiştirip yetiştiremediklerini konuşuyorlardı. Yağmurun başlaması ile herkes bir çatının altına girmek için ayaklandı. Karşılıklı iki sıra bankın tam ortasında uzun, dikdörtgen, zeminle ve saksılarla renk açısından uyum içerisinde olan bina; cephedeki hareketinden dolayı üçe bölünüp orta kısmı önde, sağ ve sol kısmı ise biraz daha geride olacak şekilde değerlendirilebilirdi. Girişi, ön-orta kısımda olan yapının önünde binlerce öğrencinin ayaklarının telaşına şahitlik eden beyaz gri karışımı merdiven, seni daha içeri girmeden çatısının altına alıyordu. Burada hem yağmurdan korunuyor hem de sigaranı söndürmeden önce son nefesi alabiliyordun. Renklerin biraz soluklaşmasından renkli kalemlerin azaldığını fark ederek daha çok siyah kaleme ağırlık verdim. Çünkü daha, uzun koridorlu dört kat dolaşacaktım. İlk önce bodrum kata indim. Burası ağırlıklı olarak uhu ve uyku kokuyordu. Uzun beyaz masaların üstü çizim ve maket gereçleri ile dolu, beyaz bankların üstü ise dünden kalma öğrencilerle doluydu. Sağlı sollu, beyaz kapılı odalar daha çok akademisyenlerin odalarıydı. Koridorun sonundaki zeminle aynı renk mermer merdivenden giriş kata çıkarken, kendime otomattan bir kahve alıp öyle devam ettim. Bu katı en son gezmek üzere arkamda bırakarak aynı merdivenden birinci kata çıktım. Bu kat bodrum kata benziyordu. Aynı beyaz duvarlar, aynı grimsi zemin, aynı masalar, aynı banklar… Yalnız yüksek, ahşap kapılar fark oluşturuyordu. Seminer salonu ve dekanlık bu katta idi. Hızlı bir turdan sonra binanın tam ortasındaki merdivenlerden daha renkli olan çatı katına çıktım. Zemini epoksi, kapıları renkli, derslikleri yoğun olan bu katın bir başında ön bahçeyi gören kütüphane; diğer ucunda ise arka bahçeyi gören bilgisayar sınıfı vardı. Proje atölyelerinden gelen hararetli sesler burayı oldukça canlı tutuyordu. Tam aşağıya doğru inerken sağdaki bankta oturup sırtlarını korkuluğa dayayan bir avuç genç (Gökçe, Tuna, Taygun) yeni etkinlik üzerine tartışıyorlardı. Aralarından birisi bu fikri “Polat Darçın hocayla da masaya yatıralım.” dedi. Bir diğeri elinde belge bilgisayar odasından, danışman hocalardan Togan Tong’un yanından gelip “Bölüme iniyorum Çiğdem Polatoğlu’nun imzası ile etkinliğimiz resmi olarak hazır.”diyerek devam etti. Ben de onu takip ederek en çok sirkülasyonun olduğu giriş kata indim. Bölüm başkanlığını geçtikten sonra soldaki D-220 numaralı sınıfın ahşap, gıcırdayan kapısını açarak içeri girdim. Beş farklı grup masaları birleştirerek hocalarının etrafında projelerini göstermek üzere bekliyordu. “Kritik almak.” bu fakültede en çok duyulan sözlerden biriydi. Gözümden akan damlayı silerek sınıftan çıktım. Bahçede bir hareketlenme vardı. Tarihi giriş kapılarından Emin Onant’ın portresinin olduğu rüzgarlıktan dışarı çıktım. Binanın önünde, bahçenin tam ortasında bir şey parlıyordu. O bölge dumanlı olduğundan parlaklığın sebebini anlamak için bir süre bekledim ve sonunda ortaya çıktı. Bu bir YILDIZ’dı.




Yorumlar