Haluk'muş
- turalsstories
- 10 Kas
- 2 dakikada okunur
Keyifli bir sabaha uyanamadığımda, yüzümün gülmesi için fazladan uğraşmayı sevmem. Ruh hâlimin kendiliğinden değişmesini her zaman daha çok tercih ederim. İnsanın işi de bu konuda etkilidir. O günün teslimatlarını arabaya yüklerken, İzmit’in en sevdiğim semtine fazla sipariş olduğunu görünce günün devamı iyi olur diye düşündüm. İlk durağım orası olacaktı. Yine arabaya yakın bir yer bulamayacağımı biliyordum; o uzun yokuşu yaya olarak çıkacaktım. Ama o yokuşta karşılaştığım güzel insanlarla selamlaşmak, iki kelam etmek her zaman içimdeki olumsuzlukları unuttururdu. Özellikle bir kişi vardı ki, onunla karşılaşmak her zaman farklı olurdu. İsim hafızam zayıftır ama o insanın tebessümünü ve enerjisini unutmak mümkün değildi. “Bir ihtiyacın olursa her zaman buradayız” cümlesinin içtenliğini başka kimsede bulamazdım. Bugün de onu görebilmeyi umarak elimdeki kargolarla yokuşu tırmanmaya başladım.
Ancak bir terslik vardı. Bu kadar sessiz bir sabah hiç görmemiştim. Dükkanlar kapalıydı, sokaklar bomboştu. İçimi tarif edemediğim bir huzursuzluk sardı. Zillere bastım, kimse açmadı. Apartman kapıları bile kilitliydi. İlk kez böyle bir durumla karşılaşıyordum. Kendimi dünyada kalan son insan gibi hissettim. En çok sevdiğim semt, o an beni en çok korkutan yere dönüşmüştü. Yokuştan geri inip çarşıya doğru ilerledim. Bir kalabalık gözüme çarptı. Fakat bu sıradan bir kalabalık değildi; herkes bir sıraya girmiş, sessizce bekliyordu. Ne bir konuşma ne bir gülüşme… Sanki şehrin sesi çekilmişti. Tanıdık esnaflar, ev hanımları, memurlar, çocuklar... Herkes aynı sıradaydı. Sıra Fevziye Camii’ne doğru uzanıyordu. Elimdeki paketlerle sıranın yanından yürümeye başladım. Nereye vardığını merak ediyordum ama insanların yüzündeki hüznü ve gözyaşlarını gördükçe içimdeki sıkıntı büyüyordu. Cami bahçesinde insan denizi gibi bir kalabalık vardı. Ağır ağır ilerleyen adımları izlerken insanların arasından bir an musalla taşındaki tabutu gördüm ancak kime ait olduğunu anlamadım. Yanımdakilere sessizce sordum. Söyledikleri isim zihnimde bir görüntü canlandırmadı.Birisi, “Çarşı esnafıydı; yıllardır dünyanın dört bir yanına turlar düzenlerdi,” dedi.Bir başkası, “Tanıyıp tanımadığı herkesin yardımına koşardı,” derken, bir diğeri, “Bu caminin bugünkü hâline gelmesinde de büyük emeği var,” diye ekledi. Yaptığı iyilikler sayılmaya devam ederken zihnimde bir kıvılcım çaktı. O kişi… acaba o muydu? Kalabalıkta görememiştim. İçimde bir ürpertiyle telefonumu çıkarıp adını internette arattım. Görüntü yüklenirken, fark etmeden cenazenin önünde, ailesinin yanında buldum kendimi. Paketler elimden düştü. Gözlerim musalla taşındaki tabuta takıldı. Yokuşta hep karşılaştığım, bana gülümseyen o insandı o…
Kendimi toparlayıp kalabalığı bekletmeden başsağlığı dileyip uzaklaşmak istedim ama adımlarım ağırlaştı. Bir kenarda durup izledim. Çevreme baktım; etrafta yüzlerce insan vardı. Bir durum dikkatimi çekti: Hem yaş hem de görünüş olarak bu kadar farklı insanı daha önce hiçbir arada görmemiştim. Belli ki onun için önemli olan tek şey insandı. Herkesin sevgisini kazanmış, her sabahımı güzelleştiren o insanın adı artık zihnime kazınmıştı. Haluk’muş.




Yorumlar